Weisse Rauschen, Das (2001)
http://us.imdb.com/title/tt0276617/
Fotoğraf: OnurY
Fotoğraf: OnurY
Die Abenteuer des Prinzen Achmed AKA The Adventures of Prince Achmed (1926)
Aslında tasarım bizim aşina olduğumuz bir teknik ile hazırlanmış. Hayal yani karagöz perdeoyunu diye bildiğimiz gölge tasarımı silüetler halinde kusursuz ve görkemli bir şekilde kurgulanarak sarı, mavi kırmızı tonlarda giriftleşerek bizleri harikulade dünyalara götürüyor. Filmde efsanevi yaratıklar, uçan atlar, Doğu'nun görkemli sarayları (Çin imparatoru dahil), su perileri, Zümrüd'ü Anka kuşları vb. pek çok masalsı figür hikayeyi renklendiriyor. Sinemanın büyüsünü sevenler ve özellikle sinefiller için kaçırılmayacak bir yapıt.
Fotoğraf: OnurY
Fotoğraf: OnurY
Esas kahramanız gelgit akıllı, çılgın, doğuştan katil izlenimli, nemfoman Perdita Durango gözükse de Javier Bardem fazlasıyla rol çalarak filmde ön plana çıkmış durumda. Bu nedenle filmin isminin başka bir şey olmalıydı: Manyaklığın ve Cinai Arzuların Olumlu Meziyetleri olabilirdi mesela :)) Filmdeki karakterlere ne kadar ısınırsınız bilemiyorum ama yönetmenin bu konuda özel bir çabası olmadığını söylemeliyim. Konuya tamamen dışarıdan bakmış ama karakterlerin zaman zaman tezahür eden hassas (!) duygularını da vurgulamaktan kaçınmamış. Özellikle adam öldürmeye düşkün, acımasız katillerin hedef kendileri olduğunda ne derece zavallılaştırdıkları ve paçalarının tutuşması güzel yansıtılmış. Sözü arızalı karakterimiz Romeo Dolorasa'ya getirirsek, azılı bir kanun kaçkını, pseudo-büyücü, zevk ve sefa düşkünü, zamanı geldiğinde aygırlaşan bu karakteri Javier Bardem müthiş oynamış hatta yaşamış. Özellikle sık sık tekrarlanan trans sahnelerinde Javier abimizin coştuğunu, akan sulara/sahnelere kendini bıraktığını söyleyebiliriz. Bu filmden bugüne dek haberimizin olmaması ise hayretle karşılanması gereken bir hadise. Belki bir ara keyfim olur da yine Javier Bardem'in Huevos de Oro'daki enfes oyunculuğundan bahsederim.
Acıdığım şey ise şu: Javier Bardem'i sadece No Country for Old Men ve Vicky Cristina Barcelona ile tanıyan, bilen sığ bakış açılı izleyiciler. :)
Kalın sağlıcakla, filmi de bulursanız izleyin.
P.S. Filmin From Dusk Till Dawn ve Natural Born Killers ile benzer yanları ise apayrı bir yazı konusu. Bunu da belirtelim son olarak.
Fotoğraf: OnurY
Baba-Oğul temalı ve özellikle de arayış bağlantılı filmler son dönemde sıklıkla karşıma çıkar oldu. Elbette bu bir tesadüf. Farklı coğrafyalardanaynı temalara değinen filmlerin çıkmasını başka türlü açıklayamayız zaten. 2005'in bizi ağlatan filmlerinin başında Çağan Irmak imzalı Babam ve Oğlum gelmişti (seveni var sevmeyeni var, ben sadece ağlattı diyorum, film hakkında yorum yapmıyorum bakın). Ardından "olası" bir erkek evladın peşine düşen bir babanın dramatik hikayesinin anlatıldığı Jarmusch imzalı Broken Flowers ile tanıştık. Bu filmi çok sevmiştik, yüreğimizin şefkat ve hüzün dolu hatıralarını içeren mantar panosuna iliştirdik. Ve son olarak hikayesini öncesinde hiç bilmediğim sadece afişine tutulup temin ettiğim bir gizli hazine ile tanıştım: Beautiful Country. Bunda ne bir tavsiye, ne de ufacık bir internet bilgisi gibi etkenler söz konusu oldu. Yalnızca yüreğimin sesini dinledim.Finalinde hıçkıra hıçkıra göz yaşları döktükten sonra da sizlerle paylaşmak istedim duygularımı. (zamanın ötesinden gelen edit: demek paylaşmamışım, kısmet bugüneymiş) Hikayemiz, sürekli hor görülen ve üvey annesinin yanında sığınma olarak yaşayan yarı vietnamlı yarı amerikalı Binh'in öz annesinin izini bulduktan sonra hiç tanımadığı Amerikalı babasının izini bulmak için ABD'ye zorlu ve maceralı bir yolculuk ile ulaşmasını ve arayışlarını anlatırken aslında keskin bir Vietnam savaşı hesaplaşmasını da beraberinde getiriyor. Pek çok vietnam savaş filmlerinde çekik gözlü, charlie, gook gibi aşağılamalara maruz kaldıklarını gözlemlediğimiz bu toplumun insanlarının da aslında bizler gibi bir hayatları olduğunu, feleğin çemberinden onların da geçtiklerini ve onların yaşamlarının da çok değerli olduğunu anlamamız için epey zamana ihtiyacımız varmış. Neyse en azından Amerikalılar da bunu farketmeye başladılar ya gam yemeyiz artık.Başrol karakterinin kusursuz oyunculuğu, yan rollerdeki oyuncuların da ona eşlik etmesi ile film öylesine akıcı hale geliyor ki zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorsunuz. Finalde bizi bekleyen sürpriz için lütfen ama lütfen cast'e hiç bakmayın. Ben hiç bakmadığım ve filme dair bilgi sahibi olmadığım için müthiş şaşırdım ve keyif aldım. (demişim ama yukarıda kocaman afişi de vermişim, pes bana). Filmi elbette ağlamanız, duygusallığınızı azdırmanız için önermiyorum. Sadece şunus öyleyebilirim: Amerikan sinemasının Vietnam savaşı ile doğru düzgün hesaplaşmasına ve bunu yaparken de eli yüzü düzgün bir film çektiğine şahit olmanız açısından ısrarla öneriyorum.
Not: Sayfa sonuna resim eklemek blogspotun bug'larından biri olsa gerek. Her eklediğim resim sayfa başına ekleniyor ve en aşağıya almak korkunç bir çile oluyor. Çaresini bilen duyan varsa hemen söylesin
Film 1982 yılının yaz ve sonbahar aylarında çekildikten sonra uzun bir aradan sonra bir şekilde yurt dışına çıkartılıyor ve 1990 yılında Cannes Film Festivalinde Krystyna Janda'ya muazzam oyunculuğundan ötürü en iyi kadın oyuncu ödülü getiriyor. Hakikaten Krystyna Janda büyüleyici ve son derece inandırıcı dört dörtlük bir oyunculuk çıkarmış. Hatta iddia ediyorum rolünü yaşamış. Son bir not olarak Agnieszka Holland'ın filmde önemli bir rolü olması. Agnieszka Holland kimdir onu burada anlatma misyonum yok tabi. Hap bilgiye alışmak tembelliğe götürür sinemaseveri ;) Sekiz yıllık yasaklamaya maruz kalmış siyasi yönü ağır basan ama kendi açımdan sinemasal ve sanatsalaçıdan çok başarılı bulduğum bir yapıt.
Bulursanız, görürseniz izleyin efendim..
Fotoğrafın ismi: Düş Bahçesi. Üzerinde fazla konuşmadan sizi fotoğrafımla baş başa bırakıyorum:
Bobule hayli zor bir dil olduğunu bildiğim bir dil olan (bu konuyu bizzat bir Çek profesör ile konuşmuşluğum söz konusu) Çekcede Üzümler anlamına geliyormuş. Evet filmin izleği üzüm ve şarap (üreticiliği). Ancak bu hadde varıncaya dek çeşitli soft dolandırıcılık aksiyonlarını seyreyliyoruz, sonra bir kaçma kovalacanın ardından asıl konuya geliniyor, filmin asıl keyfi de burada başlıyor. Güzeller güzeli Çek kızları, pastoral manzaralar, üzüm bağları ve acı-tatlı insani ilişkiler ve Jizda'da çok sevdiğimiz yolda geçen komik araba sahneler (ki Jizda'yı fazlasıyla andırıyor bu sahneler)