19 Eylül 2009 Cumartesi
Testere
Fotoğraf Üzerine Kafa Yormalar -1
İnanır mısınız fotokritik ve başka sitelerde teknik olarak çok başarılı ama bildik kompozisyonlara bakmaya iğrenir oldum. Resmen tiksiniyorum. Yani teknik açıdan kusursuz bir çalışma görüyorum tamam AMA yaratıcılık sıfır, hatta eksi beş! Hemen her fotoğraf sitesinde gördüğümüz fotoğraflardan farksız. Yüzbinlerce benzeri var. Aynı kompozisyon sürekli. Kimisi teknik açıdan berbat, kimisi eh işte, kimisi iyi kimisi de mükemmel. Ama içerik HEP AYNI! Bu durumdan tiksinti duymaya başladım. Öyle böyle değil hemde. Bence fotoğraf bu değil!
Erdal Kınacı'da her fırsatta bunu haykırıyor ama kimse duymuyor anlamıyor. Eğer "ben buradayım" demek istiyorsanız kendinizi göstermek istiyorsanız haydi bunu da geçin gerçek anlamda ruhen tatmin olmak istiyorsanız bu çapulcu yığınından farklı bir şeyler üretmek zorundasınız. Bu mutlak ve gerek şart. Teknik öğrenilir bir de yahu! Kıçınızı yırtarsınız, ortalamanın üzerinde bir ekipman alırsınız, çok titizlenirsiniz en sonunda kıra döke azimle filan ortaya teknik açıdan şahane bir şey çıkartırsınız. Ama o kadar! Ötesi yok! Kendinizden bir şey yoksa sonuç sıfır. hakikaten sıfır. Sadece ne olur? Yağcılar börekçiler sıraya dizilir şakşaklar oley der havaya atar ama hepsi sahtedir, boştur, palavradır! Geriye kalan tın tın boş bir sedadır.
Yaratıcılık... İşte bu her şeyin üzerindedir... Anlayana!
3 Eylül 2009 Perşembe
Summer 1999
Leb-i Pâk
Mikropların ve mikroorganizmaların bulunmadığı tek yer dudaklarmış...
Öpüşmelerin mahremiyeti mikro düzeyde bile korunuyor o zaman... :)
Doksanların hesabını kim verecek?
İngilizcede karşılığı olup bizde olmayan "decade" yani on yıllık zaman süreci genellikle asırları ona bölüp değerlendirmek için sıklıkla kullanılıyor malum. Decade'in bizde karşılığı olmamasına rağmen bu on yılları değerlendirme huyu bize çoktan sirayet etmiş durumda. Seksenler, yetmişli yıllar, ikibinler gibi. Aslında 68 kuşağı gibi daha dar kavramlar da değerlendirme kategorimizde mevcut. Kabaca on yılları ele aldığımızda kırklı yılları savaş sırası ve savaş sonrası (post-war) olarak ikiye ayırıyoruz, mesela benim için o yıllar propaganda amaçlı kahramanlık ya da savaşın acılarını azaltmaya yönelik eğlence filmlerini çağrıştırır. Ayrıca kırklar kendine özgü çok şık giyim tarzı ve avrupalı yanı ağır basan bir dönemdir... Ellilerin ilk yarısında kırkların etkisi baskındır, sosyal hadiselere vurgu fazladır, ayrıca dünyanın iki kutup açısından iyice gerildiği bir dönemdir. Muhafazar baskı da ikinci yarıdan itibaren ağırlaşır ve hatta bir kabus gibi çöker. Bu durum altmışların sonuna dek sürer. Prototip, rafine bir aile, paranoyak haller, hemen bastırılan gençlik isyanları (bakınız dönem filmleri) ve mutlak otorite hakim olur bir buçuk "decade" boyunca. Ta ki altmışların sonundaki müthiş başkaldırışa dek.O dönem artık onyıllık dönem tanımlarının dışında ayrıcalıklı bir fasıldır, bir soluk alma, bir deşarj olma anıdır. Ve akabinde çiçek çocukları, özgürlüklerin genişlediği, filmlerde adalet arayışlarının başladığı, devletin sorgulandığı, muhafazakarlığın kırıldığı ve hatta globalleşmenin ekinlerinin atıldığı bir dönem başlar: yetmişler....Yetmişler benim çocukluk yıllarıma denk gelmesinin haricinde, dışarıda kısa sürüp sönükleşen asi hareketin ülkemizde kalıcılaştığı bir zaman dilimidir. Bugün bile sık sık taklit edilen stilize giyim tarzı, muhteşem müzikleri ve sinemaskop filmleri ile yüzyıla damgasını vurmuş bir dönemdir.. Ve azgınlığın sonu bozgunluktur hesabı ardından gelen seksenler. Seksenler, aynı ellilerdeki gibi mutlak otoritenin yeşerdiği neofaşizmin yumruğunu masaya vurduğu, apolitizmin damarlara bolca zerk edildiği bir çağın başlangıcıdır. Ancak kendi çerçevesinde çok özelbir dönemi de yaratmıştır: sonra doğan kuşakların sürekli duymaktan sinir olduğu şeyi: seksenler fenominini.. punk kelimesi neredeyse seksenler ile özdeşleşmiştir. Dönemin isyankarlıktan uzakromantik müzikleri gerçekten de güzeldir. Seksenler aynı zamanda hafızasızlığın, unutmanın da çağıdır, kendinden önceki dönemleri tamamen görmezden gelir. Seksenliler için zaman sanki o dönemde başlamıştır. Seksenler o anlamda bir milattır.
Peki ya doksanlar?
31 Ağustos 2009 Pazartesi
Dünyevi yolculukların içsel yolculuklara dönüşmesi üzerine
28 Ağustos 2009 Cuma
Mezatifik bir güve-nilirlikteki simge: Gece Kelebeği
Fotoğraf: OnurY
şeylerin, sözlerin, simgelerin,
"keder veren bilgi"nin üstünden, ötesinden
kanadıyla düşünceye arpejler ekleyerek,
gelen sen misin, sen beklenmeyen konuk,
sen gece kelebeği ?
Yönlerini gök yüzündeki en parlak ışığa göre tayin ediyormuş bu çok özel uçarcalar. Mesela Ay kendilerine hep aynı açıdan görünmekteyse anlarlarmış ki halihazırda düz gitmektedirler. Başka bir deyişle bu canlıların geometrik anlayışını ışık tayin ediyormuş. Öte yandan evriminin bir aşamasında sivri akıllı bir canlı türü ampül denilen icadı çıkarınca, güveler sonsuz uzaklıktaki ay veya yıldızlar yerine daha parlak olan bu ışığı referans almışlar. Velakin güvelerimizin bu yakınlıktaki ışığa nazaran "düz" gidebilmeleri için daire çizmeleri gerekiyormuş; zira düzlük kriteri ışığın aynı yönden gelmesiymiş. Hal böyle olunca gece açtığı için güveler vasıtasıyla üreyebilen nice çiçek üreyemiyor ve dahi onların da nesli tükeniyor ve böylece ampul yaksanız dahi doğayı tahriş etmiş oluyorsunuz sayın seyirciler. yaaaa...
Yünlü kıyafetlerimizi büyük bir keyifle delik deşik eden, kimi kültürlerce pek uğurlu sayılmayan bu uçarcayı şahsım adına çok seviyorum. Onlarla özellikle gündüz etkileşimlerimiz hayli sıkça. Naz yapmadan, itirazsız poz vermeleri, kondukları yerleri iyi seçmeleri ve estetik açıdan çok görkemli olmaları hep ilgimi çekmiştir. Tarağa benzeyen duyargaları, geniş ve bol desenli kanatları, sakin yaradılışları da dikkat çekici yanlarından birisidir. Naftalinsiz günler dilerim efendim...
.
Fotoğraf:OnurY
Papatya Hanımın Dikkatine
.
Fotoğraf: OnurY
Dün bir faks gönderdim. Gönderdiğim faksın başında "Papatya Hanımın Dikkatine" yazdıktan sonra birden aklıma bir dönem sık sık emailler vasıtasıyla elimize geçen tuhaf isimler geldi: Müslüm Karpuz, Şehriye Pilav, Satılmış Portakal, Sanayi Horoz vs... Kısa bir aramayla internette listeler halinde bulabilirsiniz bunları.
24 Ağustos 2009 Pazartesi
Kaynağından Bilgi Sebili - Keşkül
14 Ağustos 2009 Cuma
Sert ve Tuhaf Adam Takeshi Kitano Tasviri
• Son derece acımasızdır, kötü adamlara karşı asla acımaz, eli ağırdır (Hanibi’deuyuşturucu satıcısına 24 tokat attığını saymıştım, kodu mu oturtur, öfkesi kabardıysa şarjörü boşaltır, sağ bırakmaz. Acemilere ders vermeyi ihmal etmez (Hani-bi’de ağzına kurşun koyduğu çaylağa yumruğu çakar, bir başkasını önce affeder, birdaha karşıma çıkarsan öldürürüm der, çıkınca da kafasına sıkar)
• Mutlaka çok sevdiği bir karısı ya da kızı vardır. Sevgisini çok belli etmez ama onlara sahip çıkar. Namusu söz konusu olunca sevdiğini gözünü kırpmadan vurur. (Violent Cop’ta uyuşturucuya alıştırılmış ve defalarca tecavüz edilen kızkardeşini, Hanibi’de karısına sıkar kurşunu umarsızca)
• Filmlerde mutlaka öldürülür ya da çaresiz kalınca kafasına sıkar
• Son derece cool’dur. Karizmatiktir. Soğukkanlıdır, çok az konuşur. Çok şık giyinir.
• Tüm ciddi görüntüsüne rağmen mizahtan kaçınmaz. Uçuk kaçık, olmadık muziplikler yapar. Ama güldüğünü çok zor görürüz.
• Otoriteye aldırmaz, patronu, müdürü iplemez, gerekirse işinden olur (Violent Cop’ta polislikten atılır, Hani-bi’de eski polis rolü yine benzer atılma gerekçesine bağlanabilir)
• Eğlenceden uzak durmaz, maksat muhabbet olsun der (pek konuşmaz ama karşısında konuşanı sükunetle dinler)
• Yaratıcıdır, eli her şeye yatkındır, kıvrak zekalıdır (Brother’da kaçıp sığındığı Amerika’da kısa sürede çete kurar, Hani-bi’de polis otosu imal eder)
• Sigara ve güneş gözlüğü vazgeçilmezleridir.
• Pastoral manzaralar ve okyanus kıyısı huzur bulduğu nadir mekanlardır.
• Mahzun ve masum bakar ama köteği ne zaman atacağı belli olmaz. Dış görünüşüne aldanan yanar.
• Kötü adamlarla savaşırken masumların zayiatını umursamaz, kurunun yanında yaş da yanar zihniyetindedir.
• Her şeye rağmen kötülerin imhası için her memlekete gerekli bir sert adam modelidir.
Ayrıca şu bilgileri verelim:
Dolls filmi ise Kitano'nun çok farklı sularda gezindiği bir filmdir. Onu ayrı tutmak gerekir. Keza Zatoichi için apayrı bir pencere açıp konuşmak gerekir. Takeshi Kitano, 1980 önce çok çetrefilli ve berduş bir hayata sahipmiş...Neden sonra bir tv programı onu milyonların sevgilisi yapmış. Ve yapacileceği en iyi şeyi yani yaşadıklarını aktarmaya karar vermiş.
10 Ağustos 2009 Pazartesi
Sinema Budur!
Antrakt-51.sayıAralık 1995sf.45
7 Ağustos 2009 Cuma
Kayıp Şimdinin Melankolik Reddi
Fotoğraf: OnurY
4 Ağustos 2009 Salı
Blog Tutkusu Üzerine
30 Temmuz 2009 Perşembe
Weisse Rauschen, Das (2001)
http://us.imdb.com/title/tt0276617/
Aslında şizofreni çoğu zaman sinemaya aktarılmış bir konu. Bunlardan en popüler olanı da Akıl Oyunları (A Beautiful Mind) filmidir sanıyorum. Gerçi o film konuya ne kadar yeterli müdahil olmuştur tartışılır ya da daha doğru ifadeyle o filmin aktarımdaki en başta gelen ya da baskın konu şizofreni midir derseniz hayır derim hemen.
Infrared Fotoğrafçılığa Dair
http://news.deviantart.com/article/36914/
http://www.jr-worldwi.de/photo/index.html?ir_comparisons.html
29 Temmuz 2009 Çarşamba
Fotoşop ile fotoğraf üzerinde oynamak doğru mu?
Fotoğrafın sanat olan yüzde onluk kısmının tamamı müdahaleli olandır. Müdahalesiz fotoğraf size gözünüzün gördüğünü verir, gözünüzün doğrudan gördüğü sanat değildir, gerçekliktir. Görülmeyeni görmek, ya da görmek istediğinizi yaratmaktır sanat. Gerçeklik yaratılmaz, o mevcuttur zaten, sanat yaratılır. Gerçekliğe müdahalesiz fotoğraf sanat değildir. Filmli fotoğraf zamanında "fotoğraf sanatçısı" olarak anılan insanlar makinelerinden çıkan ruloyu olduğu gibi banyo ettirip bastırıp sergi açıyordu sananlar da büyük gaflet içindeler. Her fotoğrafın çekildikten sonra bir de karanlık oda süreci vardır. Hatta eski zamanlarda "baskı" işlemi bile fotoğrafa müdahale içeriyordu (kullandığınız kağıda göre renk ve karşıtlığın değişmesi gibi). Fotoğrafa müdahale her zaman vardı, hep olacaktır, dün ve bugün teknikleri ve ortamları farklı sadece. Eskinden "karanlık oda"ydı, şimdi "aydınlık oda"... Değişen hiç bir şey yok.
Bundan sonra sözü değerli üstadım Serdar Sağkan'a bırakıyorum:
"Susayım diyorum da dayanamıyorum..Arkadaşlar, fotografı bilen kişi dijital müdahale işine kafasını takmaz. Altını çiziyorum "müdahale" diyorum "maniplasyon" degil. Maniplasyon ayrı bir konudur. O da fevkalade saygın, estetik ve önemli bir başlıktır. Ayrıca konuşulur.Neden takmaz izah edeyim.Dijital müdahaleye karşı olan ne diyor ?"efendim, fotografın doğal hali olmuyor..."Şimdi mesela bunu telaffuz ettimi biri, birkaç ihtimal var. Yani adam diyor ki,
Birinci ihtimal psikolojiktir iflah olmaz, onu geçelim. Zira ikna edemezsiniz. Gelelim iki ve üçüncü ihtimallere. Muhteremler, "doğal" olan nedir sizce fotografta ?"efendim analog çekim dogaldır". Siz öyle bilin...
-Neden SB analog çekimde, kırmızı, mavi, sarı, yeşil filitreler kullanılıyor ? sonuç doğal çıksın diye mi ?
Örnekleri çogaltmak mümkün...
Kısaca, Fotograf işinde önemli olan fotografın estetik deger taşımasıdır. Fotografçının ürününe ruhundan, zevkinden, yeteneginden bir şeyler katabilmesidir. Bunu ister karanlık odada yapar, ister bilgisayar başında. Yapsın da nerde yaparsa yapsın. Gerisi lafı güzaftır."
Fotoğraf: OnurY
Pandoranın Kutusundan Çıkan Koca Bir Hayal Kırıklığı
28 Temmuz 2009 Salı
Arkadaşım Eşşek
Arkadaşım Eşşek her ne kadar yasaklı olsa da vakti zamanının fırlamaları bizler, sözlerini hemen ezberlemiş ve dilimize dolamıştık. Şarkının klibini ise maalesef çok uzun yıllar sonra izleyebilecektik. Aşağıda izleyeyeceğiniz klip ne zaman çekildi, ilk kez nerede yayınlandı bilmek isterdim. Elimizdeki tek bilgi Almanya Bremen'de Bremen Mızıkacıları heykelinin önünde soğuk bir havada (olasılıkla ilkbahar ya sa sonbahar) akşam üstü günbatımında videoya çekilmiş ve Almanların da bu ilginç çekimi dikkatle izliyor olması. Keza vokalist iki bayan ve sözde baterist hakkında da hiç bir bilgimiz yok. Özellikle vokalistlerden sık sık ekrana gelen, gözlüğünü çıkarıp bize bakan arkadaşın kim olduğunu acayip merak ettik. (bakınız aşağıdaki foto)
Neyse, bu güzel şarkıyı şimdilerde 2.5 yaşındaki kızım her gün defalarca dinleyip hayli zor sözlerini tekrarlamaya çalışıyor. Kuşaktan kuşağa geçen bir Barış Manço tutkusu diyelim. Erken gittin be Barış usta. Nur içinde yatasın.
27 Temmuz 2009 Pazartesi
Alışveriş Merkezlerinin Cinsel Uyarımları
Başlık sizi şaşırtmasın. Olaya Freudian bakacağım kuşkusuz elbette. :)
.
Fotoğraf: OnurY
24 Temmuz 2009 Cuma
Prens Ahmed'in Maceraları
Die Abenteuer des Prinzen Achmed AKA The Adventures of Prince Achmed (1926)
Aslında tasarım bizim aşina olduğumuz bir teknik ile hazırlanmış. Hayal yani karagöz perdeoyunu diye bildiğimiz gölge tasarımı silüetler halinde kusursuz ve görkemli bir şekilde kurgulanarak sarı, mavi kırmızı tonlarda giriftleşerek bizleri harikulade dünyalara götürüyor. Filmde efsanevi yaratıklar, uçan atlar, Doğu'nun görkemli sarayları (Çin imparatoru dahil), su perileri, Zümrüd'ü Anka kuşları vb. pek çok masalsı figür hikayeyi renklendiriyor. Sinemanın büyüsünü sevenler ve özellikle sinefiller için kaçırılmayacak bir yapıt.
21 Temmuz 2009 Salı
sanata dair hisler
Fotoğraf: OnurY
Nevi şahsına münhasır kişilikler ve deliliğe dair deyişler - Kissed
"Everyone senses something, some energy, some spirit, some sort of illumination.I've seen bodies shining like stars.Some say there's no soul. No afterlife. But life, like death, is the straightest line on the compass."
Genç kızlığa geçmesiyle birlikte cenaze hazırlama işleriyle uğraşan bir adamın yanında işe girer. Kediye ciğer dükkanı teslim edilmiştir bir anlamda. Nekrofilisini her daim yaşaması için nevi şahsına münhasır patronun yanında kusursuz bir çalışan olarak işleri sürdürür. Ta ki kanlı, canlı, hayat dolu Matt delikanlısı ile tanışana kadar. Matt kısa sürede Sandra'yı çözer ve onu bu garip zevkinden caydırmaya ve hatta onunla mevcut durumu bir şekilde paylaşmaya çalışır. Bundan sonrasında ise işler tam anlamıyla çığrından çıkar...
18 Temmuz 2009 Cumartesi
Marjan
Brezilya Sineması: Otur Sıfır!
Hemen itirazlar yükseldi bakıyorum. Kaç film sayacaksınız? Efendim? Cidade de Deus mu? Şiddetin stilizasyonu, evet benim tarzımda bir film değil gerçi ama başarılı bir filmdi kabul ama tek bir örnek verebildiniz. Pardon? duyamıyorum? Casa de Areia mı? Efendim o da Brezilya sinemasından çıkmış tek ve en iyi örnektir. Sayabiliyor musunuz 6-7 film ve daha fazlası?? Yok değil mi? Kabul edin işte. Kaldı ki ben çok ama çok fazla Brezilya filmi izlemiş birisiyim. Hep fos, hep fos...
Gerçeği kabul edelim... İlla Brezilya filmi izleyeceksek de Casa de Areia'yı tekrar tekrar izleyelim..
17 Temmuz 2009 Cuma
Fotoğrafta Derinlik
Fotoğraf: OnurY
Nevi Şahsına Münhasır Kişilikler ve Deliliğe Dair Deyişler - Romeo Dolorosa
Esas kahramanız gelgit akıllı, çılgın, doğuştan katil izlenimli, nemfoman Perdita Durango gözükse de Javier Bardem fazlasıyla rol çalarak filmde ön plana çıkmış durumda. Bu nedenle filmin isminin başka bir şey olmalıydı: Manyaklığın ve Cinai Arzuların Olumlu Meziyetleri olabilirdi mesela :)) Filmdeki karakterlere ne kadar ısınırsınız bilemiyorum ama yönetmenin bu konuda özel bir çabası olmadığını söylemeliyim. Konuya tamamen dışarıdan bakmış ama karakterlerin zaman zaman tezahür eden hassas (!) duygularını da vurgulamaktan kaçınmamış. Özellikle adam öldürmeye düşkün, acımasız katillerin hedef kendileri olduğunda ne derece zavallılaştırdıkları ve paçalarının tutuşması güzel yansıtılmış. Sözü arızalı karakterimiz Romeo Dolorasa'ya getirirsek, azılı bir kanun kaçkını, pseudo-büyücü, zevk ve sefa düşkünü, zamanı geldiğinde aygırlaşan bu karakteri Javier Bardem müthiş oynamış hatta yaşamış. Özellikle sık sık tekrarlanan trans sahnelerinde Javier abimizin coştuğunu, akan sulara/sahnelere kendini bıraktığını söyleyebiliriz. Bu filmden bugüne dek haberimizin olmaması ise hayretle karşılanması gereken bir hadise. Belki bir ara keyfim olur da yine Javier Bardem'in Huevos de Oro'daki enfes oyunculuğundan bahsederim.
Acıdığım şey ise şu: Javier Bardem'i sadece No Country for Old Men ve Vicky Cristina Barcelona ile tanıyan, bilen sığ bakış açılı izleyiciler. :)
Kalın sağlıcakla, filmi de bulursanız izleyin.
P.S. Filmin From Dusk Till Dawn ve Natural Born Killers ile benzer yanları ise apayrı bir yazı konusu. Bunu da belirtelim son olarak.
16 Temmuz 2009 Perşembe
Sertkenar Üstadları
Fotoğraf: OnurY
İzleyeni izlemek
Beautiful Country (2005)
Baba-Oğul temalı ve özellikle de arayış bağlantılı filmler son dönemde sıklıkla karşıma çıkar oldu. Elbette bu bir tesadüf. Farklı coğrafyalardanaynı temalara değinen filmlerin çıkmasını başka türlü açıklayamayız zaten. 2005'in bizi ağlatan filmlerinin başında Çağan Irmak imzalı Babam ve Oğlum gelmişti (seveni var sevmeyeni var, ben sadece ağlattı diyorum, film hakkında yorum yapmıyorum bakın). Ardından "olası" bir erkek evladın peşine düşen bir babanın dramatik hikayesinin anlatıldığı Jarmusch imzalı Broken Flowers ile tanıştık. Bu filmi çok sevmiştik, yüreğimizin şefkat ve hüzün dolu hatıralarını içeren mantar panosuna iliştirdik. Ve son olarak hikayesini öncesinde hiç bilmediğim sadece afişine tutulup temin ettiğim bir gizli hazine ile tanıştım: Beautiful Country. Bunda ne bir tavsiye, ne de ufacık bir internet bilgisi gibi etkenler söz konusu oldu. Yalnızca yüreğimin sesini dinledim.Finalinde hıçkıra hıçkıra göz yaşları döktükten sonra da sizlerle paylaşmak istedim duygularımı. (zamanın ötesinden gelen edit: demek paylaşmamışım, kısmet bugüneymiş) Hikayemiz, sürekli hor görülen ve üvey annesinin yanında sığınma olarak yaşayan yarı vietnamlı yarı amerikalı Binh'in öz annesinin izini bulduktan sonra hiç tanımadığı Amerikalı babasının izini bulmak için ABD'ye zorlu ve maceralı bir yolculuk ile ulaşmasını ve arayışlarını anlatırken aslında keskin bir Vietnam savaşı hesaplaşmasını da beraberinde getiriyor. Pek çok vietnam savaş filmlerinde çekik gözlü, charlie, gook gibi aşağılamalara maruz kaldıklarını gözlemlediğimiz bu toplumun insanlarının da aslında bizler gibi bir hayatları olduğunu, feleğin çemberinden onların da geçtiklerini ve onların yaşamlarının da çok değerli olduğunu anlamamız için epey zamana ihtiyacımız varmış. Neyse en azından Amerikalılar da bunu farketmeye başladılar ya gam yemeyiz artık.Başrol karakterinin kusursuz oyunculuğu, yan rollerdeki oyuncuların da ona eşlik etmesi ile film öylesine akıcı hale geliyor ki zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorsunuz. Finalde bizi bekleyen sürpriz için lütfen ama lütfen cast'e hiç bakmayın. Ben hiç bakmadığım ve filme dair bilgi sahibi olmadığım için müthiş şaşırdım ve keyif aldım. (demişim ama yukarıda kocaman afişi de vermişim, pes bana). Filmi elbette ağlamanız, duygusallığınızı azdırmanız için önermiyorum. Sadece şunus öyleyebilirim: Amerikan sinemasının Vietnam savaşı ile doğru düzgün hesaplaşmasına ve bunu yaparken de eli yüzü düzgün bir film çektiğine şahit olmanız açısından ısrarla öneriyorum.
Not: Sayfa sonuna resim eklemek blogspotun bug'larından biri olsa gerek. Her eklediğim resim sayfa başına ekleniyor ve en aşağıya almak korkunç bir çile oluyor. Çaresini bilen duyan varsa hemen söylesin
Oi Va Voi - Every Time
15 Temmuz 2009 Çarşamba
Interrogation (1982)
Film 1982 yılının yaz ve sonbahar aylarında çekildikten sonra uzun bir aradan sonra bir şekilde yurt dışına çıkartılıyor ve 1990 yılında Cannes Film Festivalinde Krystyna Janda'ya muazzam oyunculuğundan ötürü en iyi kadın oyuncu ödülü getiriyor. Hakikaten Krystyna Janda büyüleyici ve son derece inandırıcı dört dörtlük bir oyunculuk çıkarmış. Hatta iddia ediyorum rolünü yaşamış. Son bir not olarak Agnieszka Holland'ın filmde önemli bir rolü olması. Agnieszka Holland kimdir onu burada anlatma misyonum yok tabi. Hap bilgiye alışmak tembelliğe götürür sinemaseveri ;) Sekiz yıllık yasaklamaya maruz kalmış siyasi yönü ağır basan ama kendi açımdan sinemasal ve sanatsalaçıdan çok başarılı bulduğum bir yapıt.
Bulursanız, görürseniz izleyin efendim..
Düş Bahçesi
Fotoğrafın ismi: Düş Bahçesi. Üzerinde fazla konuşmadan sizi fotoğrafımla baş başa bırakıyorum:
Jizda, Bobule ve envayi çeşit Çekçe durumlar
Çek sinemasını sevenlerin önde gideniyim malum. Adamların kendine has dingin ve rind halleri tam da benim ruh ve bünye yapıma uygun. Pek çok şeyi sakinlikle karşılıyorlar, duygusallar ve ağırkanlılar. Nadiren akdenizlilere özgü tepkiler veriyorlar.
Çek sineması deyince gönlümüzde müstesna bir yeri olan Jizda'dan sonra benzer bir film daha izleyeceğim hiç aklıma gelmezdi, bunu düşünemezdim bile. Ama Jizda'nın yönetmeni Jan Sverák'nın 2007 yılından sonra kabuğuna çekilmiş olmasından doğan boşluğu dolduran birisine rast geldik nihayetinde: Tomás Barina eminim Jizda'dan etkilenmiştir ya da aynı toprakların zihniyetiyle ve duygu birlikteliğiyle aynı lezzette, aynı keyifte bir film çıkarmış ortaya: Bobule
Bobule hayli zor bir dil olduğunu bildiğim bir dil olan (bu konuyu bizzat bir Çek profesör ile konuşmuşluğum söz konusu) Çekcede Üzümler anlamına geliyormuş. Evet filmin izleği üzüm ve şarap (üreticiliği). Ancak bu hadde varıncaya dek çeşitli soft dolandırıcılık aksiyonlarını seyreyliyoruz, sonra bir kaçma kovalacanın ardından asıl konuya geliniyor, filmin asıl keyfi de burada başlıyor. Güzeller güzeli Çek kızları, pastoral manzaralar, üzüm bağları ve acı-tatlı insani ilişkiler ve Jizda'da çok sevdiğimiz yolda geçen komik araba sahneler (ki Jizda'yı fazlasıyla andırıyor bu sahneler)
Bulabilirseniz mutlaka izleyin derim.
Başlangıç
Benzer pek çok denemelerimiz oldu tabi. Ama tamamı takma lakapla olduğu için hep içimize sinmeyen bir şeyler oldu. Bunun güzel bir başlangıç olmasını diliyorum.
Formata alışana kadar basit modda yazacağım. Çok alengirli şeyler beklemeyin zira minimalist yanım ağır basıyor epeyden beri. Doğrudan yazıya ve sunduklarıma odaklanılmasını arzuladığım için site tasarımı da sade olacak.
Buraya başlamadan önce kafamda ele almayı planladığım bir sürü şey vardı, şu an en ufak şey bile kalmadı. Artık yeni fikirlerde görüşmek üzere...
Hayırlı olsun...