3 Eylül 2009 Perşembe

Doksanların hesabını kim verecek?


İngilizcede karşılığı olup bizde olmayan "decade" yani on yıllık zaman süreci genellikle asırları ona bölüp değerlendirmek için sıklıkla kullanılıyor malum. Decade'in bizde karşılığı olmamasına rağmen bu on yılları değerlendirme huyu bize çoktan sirayet etmiş durumda. Seksenler, yetmişli yıllar, ikibinler gibi. Aslında 68 kuşağı gibi daha dar kavramlar da değerlendirme kategorimizde mevcut. Kabaca on yılları ele aldığımızda kırklı yılları savaş sırası ve savaş sonrası (post-war) olarak ikiye ayırıyoruz, mesela benim için o yıllar propaganda amaçlı kahramanlık ya da savaşın acılarını azaltmaya yönelik eğlence filmlerini çağrıştırır. Ayrıca kırklar kendine özgü çok şık giyim tarzı ve avrupalı yanı ağır basan bir dönemdir... Ellilerin ilk yarısında kırkların etkisi baskındır, sosyal hadiselere vurgu fazladır, ayrıca dünyanın iki kutup açısından iyice gerildiği bir dönemdir. Muhafazar baskı da ikinci yarıdan itibaren ağırlaşır ve hatta bir kabus gibi çöker. Bu durum altmışların sonuna dek sürer. Prototip, rafine bir aile, paranoyak haller, hemen bastırılan gençlik isyanları (bakınız dönem filmleri) ve mutlak otorite hakim olur bir buçuk "decade" boyunca. Ta ki altmışların sonundaki müthiş başkaldırışa dek.O dönem artık onyıllık dönem tanımlarının dışında ayrıcalıklı bir fasıldır, bir soluk alma, bir deşarj olma anıdır. Ve akabinde çiçek çocukları, özgürlüklerin genişlediği, filmlerde adalet arayışlarının başladığı, devletin sorgulandığı, muhafazakarlığın kırıldığı ve hatta globalleşmenin ekinlerinin atıldığı bir dönem başlar: yetmişler....Yetmişler benim çocukluk yıllarıma denk gelmesinin haricinde, dışarıda kısa sürüp sönükleşen asi hareketin ülkemizde kalıcılaştığı bir zaman dilimidir. Bugün bile sık sık taklit edilen stilize giyim tarzı, muhteşem müzikleri ve sinemaskop filmleri ile yüzyıla damgasını vurmuş bir dönemdir.. Ve azgınlığın sonu bozgunluktur hesabı ardından gelen seksenler. Seksenler, aynı ellilerdeki gibi mutlak otoritenin yeşerdiği neofaşizmin yumruğunu masaya vurduğu, apolitizmin damarlara bolca zerk edildiği bir çağın başlangıcıdır. Ancak kendi çerçevesinde çok özelbir dönemi de yaratmıştır: sonra doğan kuşakların sürekli duymaktan sinir olduğu şeyi: seksenler fenominini.. punk kelimesi neredeyse seksenler ile özdeşleşmiştir. Dönemin isyankarlıktan uzakromantik müzikleri gerçekten de güzeldir. Seksenler aynı zamanda hafızasızlığın, unutmanın da çağıdır, kendinden önceki dönemleri tamamen görmezden gelir. Seksenliler için zaman sanki o dönemde başlamıştır. Seksenler o anlamda bir milattır.

Peki ya doksanlar?
Ben kendi adıma doksanları hiç bir yere koyamıyorum. Kaldı ki doksanlar gençlik dönemime denk geliyor. Yani tüm gelgitlerimi yaşadığım, içinde bulunduğum zamanı gözlemlediğim, hayatımınbir düzene girdiği (???) dönem.. Kesin olarak şunu söyleyebiliyorum: Doksanların ortasına denk seksenlerin ağırlığı vardır, aynen ellilerin başlarında kırkların ağırlığı olduğu gibi..Doksanlar bir geçiş döneminden farksızdır ve kendine has bir özelliği yoktur. y2k, doğu blokunun dağılması, ve bir yüzyılın sona ermesinin yaklaştığı dönem olması haricinde kişilik ve kayıp bir on yıldan başka nedir Allah aşkına? Az önce okuduğum bir yorumda "Kapitalizmin adamakıllı oturduğu, köşeyi dönme olgusunun, uğruna her şey feda edilebilecek tek amaç olarak zihinlere yerleştiği,sanat da dahil olmak üzere, üzerinden para kazanılabilen her şeyde samimiyet, bir daha geri gelmemek üzere yok olmuştur" denilse de aslında bunun tohumları seksenlerde atılmıştır, doksanlarda sadece hasat alınmıştır. Evet biraz daha zorlarsak doksanlara dair şunları da sayabiliriz: körfez krizleri, grunge, michael jordan, özel tv'ler ve radyolar, oasis, braveheart, fight club, forrest gump, jerry maguire, pulp fiction, speed, pretty woman,alanis morissette, ace of base, fiona apple, the backstreet boys, macarena, salt-n-pepa, the spice girls, ally mcbeal, twin peaks, dawson's creek... hepsi bu kadar ama!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder