10 Ağustos 2009 Pazartesi

Sinema Budur!

Bu sefer bir alıntı yapmak istiyorum. Okunması, okutulması gereken bir yazı...

"Sinema, Bertollucci'nin dediği gibi, bir ayindir. İnsanların akın akın gittiği sinema salonu adı verilen tapınakları; her dinsel törenin olduğu gibi, kendine ait bir düzeni, kuralları vardır. Ayinin doruk noktası, ışıkların söndüğü ve perdenin aydınlandığı o andır. Bu kural, kuşkusuz tesadüfen ortaya çıkmış değildir. Aksine, kökü yüz yıl öncesine dayanan bir geleneğin izlerini taşır ve tüm dinsel törenlerde olduğu gibi, katılımcılar için, yaşam felsefelerinin sembolik bir yansımasını içerdiği için son derece önemli bir anlam ifade eder: Işıkların sönmesiyle, insanlar, etraflarındaki hiçbir şeyi göremedikleri korkunç bir karanlığın içine çekilirler ve bu, kişinin dış dünyayla arasındaki tüm ilişkinin kesilmesi anlamına gelir. Hemen ardından beyazperdenin aydınlanması ise, dış dünyaya, yepyeni, sihirli bir pencerenin açılması anlamını taşır.
Sinema bir sığınaktır. Birçok sinemasever, farkında olarak ya da olmadan, sığınmak amacıyla gider sinemaya... Sokakta, evde, işyerinde her an yaşanan şiddetli bir bombardımandan kaçarak girilen, herkese yetecek kadar gaz maskesinin bulunduğu, kalın duvarlı, gümüş perdeli bir sığınaktır sinema...
Sinema bir kaçıştır. Bu gerçeği yaşamanın ya da bilmenin ya da telaffuz etmenin korkulacak bir tarafı da yoktur. Sinema, insanların kullandığı yüzlerce kaçış yolundan sadece bir tanesidir ve diskolardan daha düzeyli ve daha onurlu, barlardan daha öğretici, uyuşturucudan daha sağlıklı ve daha cesurca, evlerden daha canlı va daha renkli, ruhlardan ise daha kalabalıktır.
Sinema bir illüzyondur. Şapkadan tavşan çıkarmanın daha gelişmiş bir versiyonudur. Sinemanın bu özelliği yeni bir şey değil, tam tersine, onun icad edildiği ve birbirini takip eden fotoğrafların, kapasitesi sınırlı bir göze sahip seyirciye hareketli görüntüymüş gibi yutturulduğu andan beri varolan bir gerçektir.
Sinema çöl ortasında görülen bir seraptır. Tek farkla: Kimi zaman, karşınızda duruyormuş gibi görünen o küçük gölden gerçekten su içebilirsiniz.
Sinema öylesine güçlüdür ki hayat onu taklit eder. Çevrenize bir bakın; daha önce çekilmiş kimi sahnelerin oynandığını, daha önce yazılmış kimi diyalogların söylendiğini göreceksiniz.
Sinema insanın hikayesidir. Kah yeni baştan, kah sıfırdan başlayarak anlatılır. Ve sinema, insanın hikayesini anlatmanın en güzel ve en güçlü yollarından biri, belki de birincisidir.
Sinema tanımak ve anlamaktır. İnsanları, yaşamları, korkuları, özlemleri, yalanları, aşkları, kalleşlikleri, kahramanlıkları tanımaktır. Sinema, insanın yaşamadan edindiği deneyimlerdir. Gerçek yaşam için bir modeldir. Perdede doğan insanların bazıları birer hayalet gibi aramızda dolaşırlar ve kendi başlarını belaya sokan işlere karışmamamızı, kendilerini mutlu kılan şeyleri taklit etmemizi isterler. Bir film, kimi zaman, bin nasihatten iyidir.
Sinema bir sevdadır. Ancak mantığa dayalı değildir; ne bu sevdanın nedeni, ne de zaman başladığı bilinebilir. Sinemasever, aşkının gerekçesini açıklayamaz ve bu ilişkiyi ne zamandır sürdürdüğünü söyleyemez. Bu nedenle, sinema sevgisinin insanın genlerinde yer aldığı rahatlıkla iddia edilebilir.
Sinema öylesine dehşetli bir alışkanlıktır ki, bağımlı kişiler bir hafta gibi bir süre ondan uzak kalırsa içlerinde karşı konulamaz derecede büyük bir sinemaya gitme arzusu duyarlar. Seçici bir değildir bu; tatmin olması için ille de iyi bir film izlemesi gerekmez. Mühim olan sadece film izlemektir; ışıklar sönsün, perde aydınlansın yeter...
Sinemasever bir çeşit vampirdir. Karanlık salona girdiğinde, kendisinin bile açıklayamayacağı ve tam da bu nedenle rahatsız edici, garip bir iç huzuru duyar.Beyazperdedeki kurgu-yaşamın aydınlığıyla sarsılır. Salondan çıktıktan sonra, gerçek yaşamın ışığı gözlerini kamaştırır, sendelemesine, bocalamasına yol açar. Ürker, çevresine uyum sağlayamaz ve bir süre içine kapanır.
Sinemasever görüntülerle beslenen bir yaratıktır. Salonda bulunduğu iki saat boyunca önünden geçen on binlerce kareyi izlemekle kalmaz, gözlerini kapar ve o anda bütün kareleri içine hapsetmiş olur. Ancak bu kareler iyi huylu varlıklar değildir ve zamanla, içine girdikleri insanın kontrolünü ele geçirirler. Sinemasever artık dünyayı olduğu gibi algılayamaz; bir vizörden bakar etrafına (sinema duygusu denilen şey tam da budur zaten)... Kendine göre kadrajlar ve açılar bulur, dünyayı kendine göre ışıklandırır. Dünya binlerce kareden, plandan ibaret gibi görünmeye başlar. Artık yürürken aslında kaydırma yapmaktadır. Başını çevirmesi ise pan anlamına gelir.
Sinemasever, garip bir biçimde, yaşamını izlediği filmleri ilişkilendirir. O kızla ilk kez şu filme gitmiştik der. Şu filmin on dakika arasında onun öldürüldüğünü öğrendim der. Şu filmden çıktıktan sonra sarhoş olana kadar içmiştim der. Şu filmden çıktıktan sonra sersemlemiş, ne yaptığımı bilmeden sokaklarda yürümüştüm der. Filmleri, sahneleri, yönetmenleri, oyuncuları hatırlaması için eğittiği belleği (ki bunları unutursa yaşamı büyük ölçüde anlamsızlaşabilir), filmlerden gelen sahneleri, gerçek yaşamındaki sahnelerle birlikte bugüne taşır.
Sinema bir çocuğun dört gözle beklediği bayramdır. Lobi fotoğraflarından bir filmin nasıl olduğunu anlamaya çalışmak, bir afişi nadide bir tablo gibi seyretmek, film başlamadan önce dört beş fragman gösterilmesi için dua etmek, çekimlerinin başladığını öğrendiğiniz filmi izlemek için iki yıl boyunca beklemek, sizi bir parça da olsa değiştiren filmi tekrar tekrar izlemek ve her seferinde aynı sızıyı hissetmek, bir fragmanı, bir planı, bir sahneyi, bir filmi, bir diyaloğu ya da bir oyuncuyu sevmektir.
İşte bütün bunlar yüzünden, izleyici-sinema ilişkisinin duygusal bir tarafı vardır (sinemasever boşuboşuna söylenmiş bir laf değildir) ve sinemadan sözederken duyguyu dikkate almayanların, sinemanın yalnızca izlenmediğini aynı zamanda hissedildiğini önemsemeyenlerin filmleri yalnızca akıl yoluyla anlamaya çalışanların söyledikleri hep eksik kalır. İşte bu yüzden onların kolları sinemayı kucaklayacak kadar büyük değildir.
Zira, sinema hayatın ta kendisidir.

Antrakt-51.sayıAralık 1995sf.45

1 yorum:

  1. Bu iyi geldi.. (: Teşekkür ediyorum. Ben de İyi film'i tarif edeyim..

    İyi Film.. yıllanmış şarap gibidir, en çok tüketilen değil, yıllar içinde tadına en az bakılan şeydir.. İyi film, güzel kadın gibidir.. Onu ilk gördüğünde çarpılırsın, ve yıllar içinde ne zaman görsen yine güzel bir yan görür, hâlâ onda âşık olacak bir taraf bulursun..

    (:

    YanıtlaSil