30 Temmuz 2009 Perşembe


Weisse Rauschen, Das (2001)

http://us.imdb.com/title/tt0276617/

Standart bir hayat nedir? Standart bir insan nasıldır? Kriterler nelerdir? Anomaliler hayatın "olağan" olgularından biri olarak mı kabul edilmelidir yoksa tümüyle yadsınmalı ve bunun bir felaket olduğu mu benimsenmelidir? Normal şartlar doğal yani doğanın içinde hep var olan normalden sapma, tüm canlıların tüm benliğiyle reddettiği bir gerçekliktir. Evet aslında bir gerçekliktir ama hep yadsınmış, lanetlenmiştir. Ucube, deli, sapık, çatlak gibi pek çok terim istem dışı bir oluşumu küçümsemek, hor görmek ve lanetlemek için kullanıgelmiştir. Normal olmamak yani normal kriterlerinden farklı olmak aslında istem dışıve isteme bağlı olarak ikiye ayrılır. İsteme bağlı olarak normal kriterlerekarşı gelmek (ki şu an konumuz bu değil) herkesin normal kabul ettiği formlara, alışkanlıklara ve geleneklere bilinçli bir şekilde karşı gelmektir. Diğerinde ise bilinçsiz ve kontrolsüz bir sapma söz konusudur. Yani beyninize mantık ve akıl vasıtasıyla hükmetme şansınız yoktur. Önemli bir kısmı genetik faktörlere bağlı olarak beyinde kimyasal, yapısal değişiklikler gibi çeşitli sebeplere dayanan bu anomalilerin çeşitli sonuçları vardır. Bunlardan en çokrastlanılanı ve bilineni de şizofrenidir. Şizofrenin en kırılgan etkisi hastanın normal bir yaşantı sürmesinin çok azalmasıdır. Çevresinden çok hastanın kendine zarar verme olasılığının çok yüksek olduğu ve sıklaşan nöbetlerle kendini gösterenhastalık müdahale edilmediği sürece giderek ağırlaşır. Genellikle olmayan şeylerişitme, görme ve kokusunu alma şeklinde ortaya çıkan halüsinasyonlar ağırlaşmış durumlarda hissetmeye kadar varabilir.


Aslında şizofreni çoğu zaman sinemaya aktarılmış bir konu. Bunlardan en popüler olanı da Akıl Oyunları (A Beautiful Mind) filmidir sanıyorum. Gerçi o film konuya ne kadar yeterli müdahil olmuştur tartışılır ya da daha doğru ifadeyle o filmin aktarımdaki en başta gelen ya da baskın konu şizofreni midir derseniz hayır derim hemen.

Filmimizin kahramanı Lukas (Daniel Brühl--kendisini Good Bye Lenin! ve Die Fetten Jahre sind vorbei gibi filmlerden gayet iyi tanıyoruz) şizofrenin genellikle bireyde etkisini göstermeye başladığı yaşlar olan onyedilerinde bir gençtir. Köln'de sevgilisi ile yaşayan ablasının yanına gelir ve onların dairesinde kalmaya başlar. Başlangıçta her şey normaldir, üçü birden büyük şehrin eğlenceli hayatınadalarlar. Ablasının erkek arkadaşı çok kafa dengi bir adamdır, onunla çok iyi anlaşır. Hatta bir kız ile tanışır..ama... Kısa sürede Lukas'ın paranoyak şizofreninin makus belirtilerini göstermeye başlar. Bundan sonrası başta Lukas olmak üzere herkes için çok zorlu olmaya başlayacaktır. Film tam burada başlıyor işte. İlk onbeş dakika filme biraz müsaade ederseniz bir süre sonra müthiş bir akıcılık içinde buluyorsunuz kendinizi. Enfes kurgusu, halüsinatif ve son derece devingen kamera çekimleri, yakın ve ters açılı planlar, bilhassa dış ses kullanımı, fon müziği seçimi ve eşsiz panaromik kadrajlar filmin etkisini fazlasıyla artıyor. Filmi benzerlerinden ayıran en önemli özelliği konuyu uzaktan sadece seyreden bir izleyici yerine bu rahatsızlığı sanki siz de yaşayan bir izleyici konumuna düşüyorsunuz. Bunu yönetmen Hans Weingartner başarı hanesine kocaman bir artı olarak yazıyoruz. Beyaz Ses'in peşindeki Lukas'ın çaresizliğiise yürekleri acıtacak derecede sarsıcı ve etkileyici. Bulursanız izleyin...

1 yorum:

  1. Kesinlikle izlenmeli, zira "akıl oyunları" izlediğim de beni etkileyen filmlerden biridir..Teşekkürler,,

    YanıtlaSil